SİLVAN ULU CAMİİ

Türkiye DİYARBAKIR

MEYYÂFÂRİKÎNOlarak da bilinir.
Özellikler

Şehir merkezindedir; mahallinde “Selâhâddîn Eyyûbî Camii” olarak da bilinmektedir. Doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen bir oturum alanı üzerine inşa edilmiş olan caminin aslî hâli ve tarihlendirilmesi büyük bir problematik olarak tartışılmaya devam etmektedir. 1913 yılında özel olarak Mardin’den gelen mimarlar tarafından yapılan fizikî müdâhalelerden başlayarak günümüze kadar süregelen tâmir ve tâdiller sırasında yapının aslî plan ve strüktürel özellikleri büyük ölçüde ortadan kalktığı gibi, 1911 yılında G. Bell tarafından çekilen fotoğraflarında açıkça görülen kimi kitâbeleri de yok olmuştur.

Caminin doğu ve batı cephelerindeki altlı üstlü yerleştirilen sekizer pencerenin  sonraki fizikî müdahaleler sırasında açıldığı anlaşılmaktadır. Kıble cephesinde, muhakkak ki, 1913 yılındaki onarım çalışmaları sırasında, mihrap nişi ile içteki gömme ayakların dış yüzüne gelecek şekilde dikdörtgen prizmal formlu üç payanda ilâve olunmuş ve mihrap nişinin arka yüzündeki payanda yarı küresel bir kubbeyle, yan kanattaki diğer iki payanda ise mukarnas kaidelere oturan yarı küresel formlu birer nervürlü kubbeyle örtülmüştür. Sözkonusu iki payandaya doğu ve batı kenarlarından birer kapı açılarak, kıble cephesinden de ibâdet mekânına dahil olunması sağlanmıştır. Doğu kanattaki yuvarlak kemerli kapı açıklığı, düz ve dalgalı eğriler meydana getiren profilli silmelerle yanlardan kuşatılmakta ve üstte simetrik birer taş konsol üzerine oturan ve  abartılı taş bezemelere sahip bir üçgen alınlıkla nihayetlenmektedir; batı kanattaki kapı ise, sivri kemerli bir niş halinde düzenlenmiş olup, basit bir dikdörtgen açıklığı ihtiva eder. Cephe üzerindeki payanda, kapı ve pencere gibi bütün donatıların, 1913 yılında gerçekleştirilen onarım çalışmaları sırasında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Caminin kuzey cephesi de bir hayli elden geçirilmiş ve onarım öncesindeki görünümünden tamamiyle farklı bir karaktere büründürülmüştür. Cephe boyunca sıralanan sekiz açıklıktan ikisi, kıble cephesindeki kapılarla aynı aks üzerine yerleştirilmiş kapılardır; doğu kanattaki dikdörtgen kapı açıklığı, âdeta Hint mimarlığına öykünen sütunlar, dilimli kaş kemerler, nişler, gövdeleri boğumlu sütunceler, cepheden taşan konsollar, profilli sarkıtlar, profilli çerçevelere sahip yarı dairesel tepe penceresi ve ajurlu taş bezemeleriyle abartılı bir görünüm arz eder. Buna karşılık, batı kanattaki diğer kapı, yalın ve bezemesiz düz lentolu dikdörtgen bir açıklıktan ibârettir. Her iki kapının da, 1913 yılındaki onarım çalışmaları sırasında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Cephenin doğu ve batı kanatlarındaki ikişer pencere, profilli silmelerle çerçeve içine alınmış dikdörtgen açıklıklar halindedir. Pencerelerin üzerinde ve yatay düzlemde uzanan konşeli bir frizin üstünde, cepheye bitişik olarak, gölge-ışık oyunlarıyla yüksek kabartma etkisi bırakan ve   çokgen sütuncelere oturan dilimli sivri kemerlerle oluşturulmuş bir arkad dizisi yer almaktadır. Onarım öncesinde çekilen fotoğraflarından, cephe boyunca mütemâdî bir dizi oluşturacak şekilde sıralanan bu mimari plastik düzenleme, 1913 yılında yapılan onarımlar sırasında büyük ölçüde ortadan kaldırılmış ve hâlihazırda cephenin doğu ve batı kanatlarındaki ikişer pencerenin üst bölümleriyle sınırlı parçaları bırakılmıştır. Arkad dizisinin üstünde ve yatay düzlemde uzanan yarı dairesel profilli bir silmenin üzerinde belli aralıklarla yerleştirilmiş ve yüzeyleri tümüyle işlemeli bir dizi konveks formlu taş konsol yer almaktadır. Konsolların aralarındaki duvar yüzeylerinde, taş oyma olarak işlenmiş bitkisel bezemeli rozetlerin yer aldığı dikkati çeker. Onarım öncesinde çekilen fotoğraflarından, cephe boyunca mütemâdî bir dizi oluşturacak şekilde sıralanan bu mimari plastik düzenleme de, 1913 yılında yapılan onarımlar sırasında büyük ölçüde ortadan kaldırılmış ve hâlihazırda cephenin doğu ve batı kanatlarındaki ikişer pencerenin üst bölümlerinde ve alt sıradaki arkad dizisiyle sınırlı bir alanda görsel bir öge olarak bırakılmıştır.

Cephenin orta bölümünde, 1913 yılındaki onarım çalışmalarından önce orta aks üzerinde bir kapı ile yan kanatlarındaki duvarlarda çifte sütuncelere oturan ve dilimli kemerlere sahip birer mihrabın bulunduğu bilinmektedir; onarım çalışmalarında, orta aks üzerindeki kapı basit bir mihraba,  yan kanatlarındaki mihraplar da kaldırılarak yuvarlak kemerli birer pencereye dönüştürüldüğü gibi, cephenin üst bölümüne yuvarlak kemerli üç ayrı  pencere ve nihayet saçak silmesine yakın ve üst kotta mihrap ile aynı düşey eksen üzerine de bir oculus yerleştirilmiştir.

Caminin ibâdet mekânı, doğu-batı yönünde uzanan taş ayaklarla kıble duvarına paralel ve genişlikleri farklı dört sahna taksim edilmiş ve sahınların üzeri de sivri beşik tonozla örtülmüştür. Mihrap önündeki kare alanı örten maksûre kubbesi, ikisi kıble duvarına gömülü kontrofor olmak üzere, kuzey, doğu ve batı kenarlarındaki sivri kemerlerle birbirine bağlanan sekiz ayağın  oluşturduğu bir baldakenin üzerine oturmaktadır; kubbe yükü, köşelere yerleştirilmiş ve içleri mukarnas dolgulu sivri kemerli tromplarla lokalize edilmiştir. Mihrap önündeki kare alanın kuzey-doğu ve kuzey-batı köşelerinde yer alan birer ayak L planlı olup, sekizgen baldakeni oluşturan diğer altı ayak kare planlıdır.

İbâdet mekânının kıble duvarında ve genişlik ve profilleri farklı düz silmelerle dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış yarım daire planlı mihrap nişi, mukarnaslı başlıklara sahip silindirik sütunceler üzerine oturan sivri bir kemerle kuşatılmış olup, beş sıra mukarnaslı kavsarayla örtülüdür. Mekânın doğu kanadındaki ikinci mihrabın,  şehrin Eyyûbî idaresi altında bulunduğu 1226/27 yılında eklendiği bilinmektedir; üzeri kitâbeli ve farklı genişliklerdeki iki silme ile dikdörtgen çerçeve içine alınmış yarım daire planlı mihrap nişi, köşelerdeki çifte sütunceler üzerine oturan sivri bir kemerle kuşatılmış olup,  beş sıra mukarnas kavsarayla örtülüdür. Kavsara kemerinin alnında sülüs yazılı bir kitâbe, köşeliklerinde ise girift bir bitkisel bezeme yer alır. Nişin alt bölümüne ise, oniki kollu yıldızdan gelişen geometrik bir kompozisyon işlenmiştir.

Mevcut duruma bakılırsa, çeşitli tarihlerde tâmir ve tâdil gördüğü anlaşılan yapının, şimdilik, iki farklı konstrüksiyon aşamasına işâret eden devir farkları tesbit edilebilmektedir. Başta, 1137 ve 1138 yıllarında vuku bulan ve yıkıcı etkileri olduğu bilinen iki deprem olmak üzere, çeşitli tarihlerde yaşanan afetler ve savaşların da yapı üzerinde çeşitli tahribatlar meydana getirmiş olduğu muhakkaktır.

1913 yılında yapılan onarımlar, yapının aslî plan ve strüktürel özelliklerini açıklayan pek çok mimari elemanın ortadan kaybolmasına neden olmuştur. Buna karşılık, onarım öncesinde ve 1911 yılında çekilen fotoğraflar, maksûre kubbesinin bulunduğu kare planlı alanın, tek kubbeli müstâkîl bir yapı olarak tasarlanmış olduğunu ortaya koyduğu gibi, sözkonusu yapının kuzey kanadında da, şimdiki kuzey cephesi duvarı boyunca doğu-batı yönünde uzanan bir galerinin de bulunduğunu açıklamaktadır. Maksûre kubbesinin oturduğu kasnağın altında ve cephe duvarına eş aralıklı olarak yerleştirilmiş olduğu anlaşılan taş konsolların, yapının bu cephesine açılan üç kemer gözü genişliğindeki bir ahşap sundurmayı taşıdığına şüphe yoktur; sözkonusu ahşap strüktürün oturduğu konsolların, kuzey cephe üzerinde hâlâ in-situ olarak duran konveks formlu taş konsollarla aynı kotta bulunması, ahşap örtünün, kuzey cephesi duvarının üzerinde de devam edip bir saçakla nihayetlendiğine karine oluşturduğu gibi, kuzey cephesi duvarındaki  arkad dizisi üzerine yerleştirilmiş taş konsolların mevcudiyeti, cephenin güney yüzündeki ahşap strüktürün cephe boyunca uzandığını da ortaya koymaktadır. Diğer taraftan, maksûre kubbesini taşıyan kuzey-doğu ve kuzey-batı köşedeki L planlı iki ayağın bu yönlere bakan üst köşelerindeki birer taş konsol, kuzey cephe duvarının gerisinde ve güney yönüne sivri kemer gözleri hâlinde açılan bir revak kuruluşunun yer aldığını ve ahşap sundurmanın da doğu-batı yönünde uzanan bu strüktür üzerine oturtulduğunu açıklamaktadır. Hakkında hiçbir tarihî kayıt bulunmamakla birlikte, kubbeli ilk yapının, Mardin Artuklu Beyliği’nin kurucusu ve ilk Sultanı olan, ömrü Haçlılara karşı savaşmakla geçmiş ve Haçlı işgâline uğrayan Zerdena Kalesi’ni kuşattığı sırasında hastalanarak Halep’de tedavi olduktan sonra  Meyyâfârikîn’e giderken 19 Kasım 1122 yılında yolda vefât eden ve naaşı geçici olarak  “Sindeli” denilen yere defnedilip bir süre sonra Meyyâfârikîn’deki “Kubbetü’s-Sultan”a gömüldüğü bilinen Sultan Necmeddîn İl Gâzi’nin türbesi olarak inşa edilmiş olması muhtemeldir. 1911 yılında çekilmiş fotoğraflarda görülen korinth başlıklı devşirme sütunların, mezar alanıyla ilişkili bir kullanıma sahip olduğu düşünülebilir. Tarihî kaynaklarda geçen “Mescidü’l-Emîr”in de aynı çevrede aranması icâb eder.

Yapıyı U plan oluşturan bir ambulatorium düzenlemesi hâlinde yan kanatlarından çevreleyen sahın düzenlemesinin, büyük ölçüde, Meyyâfârikîn’in Eyyûbî idaresi altında bulunduğu 13. yüzyılın ikinci çeyreğinde ve 1226/27 yılında şekillenmiş olduğu iddia edilebilir. Öyle anlaşılıyor ki, maksûre kubbesiyle örtülü kare planlı yapının doğu ve batı kanatlarındaki üçer sahın, doğu kanattaki mihraplar da dahil olmak üzere bu dönemde eklenmiştir. Doğu kanattaki mihrabın üzerinde yer alan kitâbede, yapıdaki tâmirin Şahâbeddîn Ebû’l-Muzâffer Gâzi zamanında ve 1226/27 yılında gerçekleştirilmiş olduğu yazılıdır.

1911 yılında harabeye dönüştüğü anlaşılan yapıda 1913 yılında onarımlar sırasında, yapının kuzey kanadındaki galeri ile ahşap strüktürü taşıyan taş konsollar ortadan kaldırılmış; sözkonusu bölümün doğu ve batı kanatları sivri beşik tonozla örtüldüğü  gibi, maksûre kubbesiyle örtülü kare alanın kuzey kanadındaki sivri kemerli üç göz ile avlu duvarı arasına da üç çapraz tonoz ilâve olunmuştur. Maksûre kubbesinin oturduğu sekizgen kasnağın aksiyal yönlerine açılan ve kubbe yükünü lokalize eden tromplarla aynı kotta yer aldığı anlaşılan aslî pencerelerin kapatılmış olması, sahınları örten tonozların bu fizikî müdahale sırasında yükseltilmiş olduğunu açıklamaktadır; nitekim bu onarım sırasında, kubbenin oturduğu sekizgen kasnak yükseltilmiş ve yeni pencereler de  zorunlu olarak kasnağın saçak silmesine yakın üst bölümlerine açılmıştır. Diğer taraftan, caminin kıble duvarındaki her iki kapının da sözkonusu fizikî müdâhaleler sırasında açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Maksûre kubbesinin eteğindeki kitâbe kuşağında, kendisinden “Irak, Şam, Diyârbekr ve Ermeniyye”nin Sultanı olarak bahsedilen Necmeddîn Alb İnanc Kutluğ Bek Ebû’l Muzâffer Albî bin Timurtaş bin İl Gâzi bin Artuk’un ünvân ve lâkabları yazılıdır. Tarihî kaynaklara bakılırsa, 1152 yılında yıkılan maksûre kubbesinin, 1157 yılında ve onun zamanında yeniden yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Konum
Türkiye
DİYARBAKIR
Fotoğraflar