ERZURUM ULU CAMİİ

Türkiye ERZURUM 12. Yüzyıl

Yapım Yılı

1179/80

Özellikler

Şehir merkezinde ve Tebriz Kapı semtindedir. Doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen bir oturum alanı üzerine inşa edilmiştir. Çeşitli tarihlerde gerçekleştirilen onarımlar dolayısıyla aslî plan özelliklerini kaybettiği gibi, strüktürel elemanları da hayli bozulmuştur. Özellikle 1965 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan onarım sırasında, ahşap kubbesi hâriç olmak üzere, orta sahnı ve akabinde birbirini takiben doğu ve batı yönündeki sahınları da çökmüştür.

Duvarları düzgün kesme taş kaplamalı kârgîr yapının, vaktiyle dışta, kuzey-batı ve güney-doğu köşelerindeki silindirik kulelerden bugün sadece güney-doğu köşedeki kalabilmiş; kuzey-batı köşedeki kule, onarımlardan sonra üstü mukarnas konsollu pahlı bir duvar köşesine dönüştürülmüştür. Cephe duvarlarının üst yarısında ve farklı boyutlarda olmak üzere, doğu cephesinde altı, batı ve kıble cephesinde de beşer pencere açıklığı yer alır. Bunların dışında, daha altta, örülmüş ve doldurulmuş pencereler ile kıble duvarında, doğu kanattaki sahna açılan büyük bir zemin penceresi de görülmektedir. Kıble cephesine, ayrıca, mihrap çıkmasını takviye etmek amacıyla dikdörtgen prizmal bir kontrofor yerleştirilmiştir. Doğu cephesinin kuzey kanadında yer alan ve doğrudan ibâdet mekânına açılan yuvarlak kemerli iki kapıdan kuzey kanattaki kapının, Sultan Abdülmecid zamanında ve İbrahim Edhem Paşa tarafından 1860/61 yılında inşa edildiği, kapının basık kemerli açıklığı üstüne yerleştirilmiş kitâbeden de anlaşılmaktadır.

Hâlihazırda, önündeki ana caddeye açılan kuzey cephesinde ve mihrap aksı üzerinde, kaval silmelerle dikdörtgen çerçeve içine alınmış ve sivri kemer gözü halinde cepheye açılan bir taçkapı ile cephenin batı kanadında yüksek bir sivri kuşatma kemeri içine alınmış beş sıra mukarnas kavsaralı ve basık kemerli ikinci bir kapı açıklığı ve nihâyet cephenin doğu kanadında da gotik bir kemer kuruluşu olarak tasarlanmış ve yarı dairesel profilli kemer demetlerinin oluşturduğu yuvarlak bir kemer gözü halinde cepheye açılan bir üçüncü kapı açıklığı bulunmaktadır. Cephe üzerinde, eski camiden geri kaldığı anlaşılan ve yer yer dışa taşkın taş blokları ile cephenin üst yarısında biri mazgal pencere olmak üzere toplam yedi pencere yer almaktadır.

İbâdet mekânı, birbirlerine ve duvarlardaki kontroforlara sivri kemerlerle bağlanan ayaklar vasıtasıyla, kuzey-güney yönünde uzanan yedi sahna taksim edilmiş; mihrap aksı üzerinde ve kapıyla dahil olunan ilk iki bölüm, doğu-batı yönünde uzanan sivri ve beşik tonozlarla, ibâdet mekânının merkezindeki dikdörtgen planlı bölüm, kilit taşı sekizgen bir aydınlık feneriyle nihayetlenen ve çatı kotundan kare prizmal bir kaide üzerine oturtulmuş külâhla kapatılmış mukarnaslı bir tonozla, güney kanattan bitişen dikdörtgen alan aynalı tonoz ve nihâyet mihrap önündeki maksûre de, çatı kotundan sekizgen piramidal külâhla örtülü ve içten de pandantifler üzerindeki kubbe eteğine açılan taş yuvalara yerleştirilmiş ahşap dikmelerle taşınan “bindirme çatı” ya da “kırlangıç kubbe” tâbir olunan ahşap bir strüktürle örtülmüştür. Güney duvarı üzerindeki ikisine birer oculus açılmış pandantiflerin mevcudiyeti, caminin ilk inşaatı sırasında, mihrap önündeki kare alanın kârgîr bir maksûre kubbesiyle örtülü olduğunu, yenilenmiş şimdiki ahşap strüktürün de, vaktiyle kirişler üzerine kalemişi olarak boyayla yazıldığı tesbit edilen kitâbelerinden dolayı, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın ortalarında yapıldığı anlaşılan onarımlar sırasında inşa edildiğini ortaya koymaktadır.

Güney duvarındaki taş mihrabın, caminin ilk inşaatından kaldığı bilinmektedir. Vaktiyle bezemeli olduğu anlaşılan farklı genişlik ve profillerdeki silme ve bordürlerle dikdörtgen çerçeve içine alınmış mihrap nişi, dış köşelerdeki silindirik iki sütunceye oturan sivri bir kemerin kuşattığı üç sıra mukarnasla örtülüdür. Mihrabın da yer aldığı kıble duvarının doğu ve batı kanatlarında birer niş daha dikkati çeker; batı kanattaki, yüksek bir seki üzerinde beş kenarlı ve mukarnas kavsaralı bir dolap nişi olarak düşünülmüş, doğu kanattaki ise 1970 yılındaki onarımlar sırasında içi sıvanarak basit bir niş haline getirilmiştir.

Caminin kuzey-doğu köşesinde, taş merdivenle çıkılan küçük bir hücre vardır. İbâdet mekanının kuzey-batı köşesinde ve caminin bu köşesindeki duvara bitişik tek kollu bir merdivenle çıkılan minare, dikdörtgen planlı taş kaide üzerinde yükselen tuğladan silindirik gövdeli ve tek şerefeli bir kütledir. Mukarnas kornişli şerefesi ve konik külâhla örtülü petek bölümü 1971 yılındaki onarımlar sırasında yapılmıştır. Minare gövdesinin batı kanadında ve alt bölümünde keşfedilen taş üzerine tâlik hatla dört satıra ikişer mısralık dört beyit halinde yazılmış inşa kitâbesinin son mısraından, ebcedle düşülen tarihe göre, minarenin Kethüdâ Bey tarafından 1676/77 yılında yaptırıldığı anlaşılmıştır. Kitâbenin ikinci mısraında, minare ustasının Ahmed Ağa adlı bir zât olduğu yazılıdır.

Camiyle ilgili bugüne kadar pek çok araştırma yapılmış; inşa tarihi ve aslî planı çeşitli çalışmalara konu edilmiştir. Kaybolan kitâbesine göre, caminin, 1179/80 yılında Saltuklu Emîrlerinden Melik Nâsırüddîn Muhammed bin Saltuk tarafından inşa ettirildiği konusunda, araştırmacılar arasında ortak bir kabul vardır. İlk caminin, mihrap önündeki kare alanın, pandantiflerle geçilen kârgîr bir maksûre kubbesiyle ve ibâdet mekânının da ahşap direklerin taşıdığı bir çatıyla örtülü olması muhtemeldir. Evliyâ Çelebi’nin gördüğü 17. yüzyılın ortalarında, caminin “…çam direkler üzerinde yine çam kirişler”den oluşan ahşap bir strüktüre sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ünlü seyyâhın maksûre kubbesi için “kârgîr değildir” demesi, kubbenin, 17. yüzyılın ortalarından önce ve muhtemelen 1583 yılında vuku bulan büyük depremde yıkılmış olduğunu düşündürmektedir. Camideki 1629/30 tarihli ve Nasuh Paşa Zâde Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılan ilk onarıma âit kitâbe, bu fizikî müdahalenin, sözkonusu depremle ilişkili olabileceğini akla getirmektedir. Belli ki, bu onarım sırasında, yıkılan maksûre kubbesinin, eskisi gibi kârgîr değil, ahşap bir strüktür halinde yenilenmesi yoluna gidilmiş ve Evliyâ Çelebi de, camiyi bu haliyle görüp tasvir etmiştir. Caminin minare gövdesindeki 1676/77 tarihli kitâbenin de, 1659 yılında vuku bulan ve şehirde büyük yıkıma yol açan bir başka depremle ilişkili olduğu varsayılabilir. Caminin mihrap önündeki kare alanını örten ahşap strüktür üzerindeki 1787/88 tarihi, sadece bu alanla sınırlı değil ve fakat muhtemelen 18. yüzyılın ikinci yarısında yapıda meydana gelen bir yangın dolayısıyla ibâdet mekânındaki ahşap sütunlar ve çatının da ortadan kalktığına karine oluşturmaktadır. Bu husus, caminin 1957 yılı onarımında, kıble duvarının doğu kanadında ve üzerindeki bağdâdî tabaka kaldırıldıktan sonra ortaya çıkartılan mihrabın taşlarında tesbit edilen yangın izlerini de açıklayabilir. Mevcut kitâbeler, caminin, 19. yüzyılın ilk çeyreği içinde, hâlihazırda olduğu gibi, kârgîr taş ayakların ve örtünün oluşturduğu bir plana kavuşturulmuş olduğunu düşündürmektedir. İbâdet mekânının doğu kanadındaki sahnının ayaklarından biri üzerinde olduğu belirtilen Sultan II. Mahmud zamanına âit bir kitâbe ile kıble duvarında ve cami nâzırı Ali Efendi tarafından 1826/27 yılında yaptırılan tâmire âit kitâbe, caminin ibâdet mekânının doğu yönüne doğru genişletildiği şeklinde yorumlanabilir. Kitâbeler, camideki inşa ve onarımların, 19. yüzyılın ikinci yarısında da devam ettiğini ve mihrap önündeki alanı örten ahşap strüktürün 1858/59 yılında muhtemelen tâmir edildiğini, caminin doğu cephesinin kuzey kanadındaki kapının da Sultan Abdülmecid zamanında ve İbrahim Edhem Paşa tarafından 1860/61 yılında inşa ettirildiğini ortaya koymaktadır. Her iki fizikî müdahalenin de, önce 1843,  akabinde 2 Haziran 1859 tarihlerinde vuku bulan ve özellikle Erzurum’da büyük yıkımlara yol açtığı bilinen depremlerle ilişkili olduğuna şüphe duyulamaz.

Konum
Türkiye
ERZURUM
Fotoğraflar