ALÂEDDÎN CAMİİ

Türkiye KONYA 12. Yüzyıl

Yapım Yılı

1155

Özellikler

Şehir merkezinde ve Alâeddîn Tepesi’nin kuzey kanadındadır; geçmişte bu tepe üzerindeki Selçuklu Sarayı’nın sınırları içinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Selçuklu başkentinde inşa edilmiş en erken tarihli yapı olan Alâeddîn Camii, ilk inşaatı muhtemelen “Saray Mescidi” olan ve zamanla şehrin Ulu Camii’ne dönüşmüş bir yapının tarihî evrelerini yansıtmakla kalmaz; fakat aynı zamanda, avlusundaki Selçuklu Sultanlarının kabirlerini barındıran kümbedhâne (kümbed serây-i şâhân) dolayısıyla, bütün bir Selçuklu çağının iktidar ve gücünü simgeleyen anısal nitelikte bir mimarlık mirası olarak da öne çıkar. Ne var ki, “Alâeddîn Tepesi” olarak bilinen bir höyüğün üzerine ve bahçeler içine inşa edilmiş görkemli bir yapılar topluluğu olduğu anlaşılan Selçuklu Sarayı’nın dillere destân binaları zamanla harabeye dönüşerek ortadan kalkmış; tahribat, kötü kullanım ve kötü onarımlar dolayısıyla, Selçuklu çağının maddi görüntülerini barındıran fizikî çevre de olağanüstü bozularak değişmiştir.

Tepenin kuzey kanadındaki terasa ve kuzey-batı güney-doğu yönünde yerleştirilmiş olan cami, doğu ve batı kanatları bütünlük göstermeyen iki ayrı ibâdet mekânı ile kuzey kanadını ihata duvarlarının kuşattığı avlunun oluşturduğu dikdörtgen planlı geniş bir oturum alanı üzerine yayılmış durumdadır.

Yapının doğu kanadını oluşturan bölüm, hâlihazırda, kıble duvarına paralel olarak yerleştirilmiş devşirme sütunlar ve aralarındaki kârgîr sivri kemerlerle yedi sahna taksim edilmiş durumdadır. Arşiv belgelerinden elde edilen bilgiler, caminin doğu kanadındaki ibâdet mekânının, geçmişte kırkdokuz mermer sütun ve tuğla kemerler vasıtasıyla derinlemesine doğrultuda dokuz sahna taksim edildiğini ve ahşap bir çatıyla örtülü olduğunu ortaya koymuş; ibâdet mekânının şimdiki düzenini ise, Osmanlı çağında ve 17. yüzyılın sonlarında yapılan kapsamlı tâmir ve tâdillerden sonra kazandığı anlaşılmıştır. Belgeler, caminin kuzey yönüne doğru kayması nedeniyle meydana gelen hasarın önüne geçilebilmesi amacıyla, yapının bütün strüktürünün sökülerek temellerine “kârgîr rıhtımlar” inşa edildiğini ve bu suretle sütunlar arasındaki eski kemer düzeninin de aksiyal yönde değiştirilmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Caminin doğu cephesi duvarındaki çarpıklığa neden olan anomalinin de, bu tâmir sırasında ortaya çıkmış olması muhtemeldir.

Caminin, Selçuklu çağında ilk inşa edildiği düşünülen doğu kanadındaki bölümünün, “Konya Ulu Camii” olduğu ileri sürülmüş; restitütif olarak, doğu cephesinin şimdiki çarpık hâliyle birlikte, ibâdet mekânının, kıble duvarına derinlemesine uzanan yedi sahından oluştuğu ve kuzey cephesinde de üç yönden revaklı bir avlu bulunduğu iddia edildiği gibi, avluya da aksiyal yönlerde birer kapıyla dahil olunduğu düşünülmüştür. Buna karşılık, avlunun yer aldığı düşünülen kuzey kanadının, ibâdet mekânının zemin kotundan asgâri 4 metre daha aşağıda bulunması, sadece revaklı bir avlunun değil, fakat aynı zamanda avluya dahil olunan kapıların da bulunması ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.

Caminin batı kanadını oluşturan bölüm, hâlihazırda, kıble duvarındaki çini mozaik mihrabın bulunduğu kare planlı alanı örten bir maksûre kubbesi ile batı yönüne uzanan sahınlardan ibârettir; maksûre kubbesinin önünde ve silindirik iki sütun üzerine oturtularak kuzey yönüne üç sivri kemer gözü halinde açılan cephe uygulamasının, Osmanlı çağında yapılan fizikî bir müdahalenin ürünü olduğu anlaşılmaktadır.

Kıble duvarındaki iki gömme ayak ile haç planlı serbest iki ayağın arasındaki sivri kemerlere oturan maksûre kubbesi, tuğla örgülüdür; Osmanlı çağında ve 17. yüzyılın ikinci yarısında yapılan tâmir sırasında, kubbenin “kızıl balçık” ile sıvanması, hâlihazırda, çini mozaik mihrap ve çini mozaik üçgen geçiş elemanlarına sahip bu alanı taçlandıran kubbenin de, geçmişte, sırlı tuğla ya da çini mozaiklerle bezemeli olduğunu ve 17. yüzyıla kadar yıkılarak ortadan kalktığını açıklamaktadır. Kıble duvarındaki mihrabın orta bölümüne, Osmanlı çağının sonlarına doğru ve Sultan II. Abdülhâmid zamanında, Konya Valisi Sururi Paşa tarafından 1889 yılında mermer bir mihrap kütlesi ilâve edildiği gibi, mihrabı çevreleyen bordür ve silmelerdeki dökülmüş çini mozaik kaplamanın yerine de, zeminden itibaren alçı üzerine kalemişi boyamalar ile aynı bezeme takliden yapılmıştır. Mihrabın üst çerçevesinde, in-situ olarak, turkuaz, patlıcan moru ve lâcivert renkli kesme çinilerden oluşturulmuş zarif bitkisel motifler ve nesih yazılı bir âyet frizi kalabilmiştir. Kubbe eteğinin altındaki üçgen geçiş elemanları üzerinde de, benzer renklerdeki kesme çinilerle oluşturulmuş bitkisel ve geometrik bezemeler dikkati çekmektedir. Sözkonusu çini mozaik bezemelerin, cami avlusunun kuzey köşesinde yer alan kapının sivri kemerli taş alınlığına gömülmüş çini madalyondaki kitâbede adı geçen ve “kâşiger” olması muhtemel “Kerimüddîn Erdişâh” tarafından yapılmış olduğu düşünülmüştür; lâcivert zemin üzerine beyaz renkli kabartma yazılarla sıraltı tekniğinde üretilmiş çini madalyon üzerindeki kitabenin dış çerçevesinde sülüs hatla Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubad’ın lâkâp ve ünvânı, merkezindeki dairenin içinde ise “Kerimüddîn Erdişâh”ın adı ve hicrî 617 tarihi yazılıdır. Milâdi takvimde 1220/21 yılına tekâbül eden bu tarih, caminin çini mozaik kaplamalarının Sultan I. İzzeddîn Keykâvus zamanında başlandığını ve Sultanın ani vefatı ile Sultan I. Alâeddîn Keykubad’ın tahta çıktığı tarihte de tamamlanmış olduğunu düşündürmektedir.

Maksûre kubbesinin batı kanadındaki sahınların kemerlerinde kullanılmış ve “harman tuğlası” niteliğindeki tuğlalar ile aralarındaki derzlerde görülen bordo rengini andırır kırmızı ve beyaz renkli boyamalar dikkat çekiciydi. Sözkonusu boyalı derzlerin, mekânın özellikle güney-batı köşesinde yoğunlaşması, vaktiyle bu mahalde yer alan ve ahşap bir asma kat olarak tasarlandığı anlaşılan hünkâr mahfili dolayısıyla büyük önem kazanmakla birlikte, son onarımlar sırasında, ne yazık ki büyük bir bölümü tamamiyle ortadan kaldırılmıştır.

Caminin, geçmişte doğu bölümündeki ibâdet mekanında bulunmakta iken, muhtemelen Osmanlı çağında yapılan tâmirler sırasında, maksûre kubbesiyle örtülü batı kanadına taşınmış olan ahşap minberi, Selçuklu çağının en çarpıcı işçiliklerinden birine sahiptir. Kündekârî, eğri kesim, yuvarlak satıhlı derin oyma, çift katlı oyma ve kafes tekniklerinin birarada kullanıldığı minberin, kapısının aynalığındaki kitâbesinde, Selçuklu Sultanı Mesûd bin Kılıç Arslan’ın, kapının etrafındaki silme üzerinde ise Kılıç Arslan bin Mesûd bin Kılıç Arslan’ın adları yazılıdır. Minberin taht kısmındaki sekiz satırlık kitâbeden, eserin, “Üstâd Mengümberti el-hâc el-Ahlatî” tarafından 1155 yılı Ağustos/Eylül ayında yapıldığı yazılıdır. Usta adının “Mekki bin Berti” olarak okunduğu da ileri sürülmüştür. Usta kitâbesinin son iki satırındaki 1155 tarihi, minberin II. Kılıç Arslan zamanında bitirilmiş olduğunu ortaya koymaktadır.

Caminin doğu kanadının inşaına Sultan I. Mesûd tarafından 12. yüzyılın ortalarına doğru başlandığı, 12. yüzyılın ikinci yarısında ve Sultan II. Kılıç Arslan zamanında bitirildiği anlaşılmaktadır; sözkonusu yapının kuzey-batı köşesinde yer alan ve “kümbethâne” olarak bilinen ongen planlı türbenin de, II. Kılıç Arslan zamanında ve yüzyılın sonlarına doğru inşa edilmiş olduğu bilinmektedir.

Caminin çeşitli yerlerine dağılmış durumdaki kitâbeler, yapının, batı kanadındaki maksûre kubbesi ve çevresindeki sahınlar ile avludaki sekizgen planlı ikinci türbenin inşaına, Sultan I. İzzeddîn Keykâvus zamanında başlandığı ve Sultan I. Alâeddîn Keykubad zamanında da son şeklini kazandığını göstermektedir. Caminin batı kanadına doğru genişletilmesinin, “Alâeddîn Tepesi”ndeki Selçuklu Sarayı’nın plan değişiklikleriyle doğrudan ilişkisi bulunduğuna şüphe yoktur. Buna karşılık, 13. yüzyıldan sonra yapılan tâmir ve tâdillerin, caminin aslî plan ve strüktürel özelliklerini ortadan kaldırıp değiştirdiği gibi, kimi bezemelerinin de yok edilmesine neden olduğundan bahsedilebilir.

Konum
Türkiye
KONYA
Fotoğraflar